Bitcoin’e Benzetilen Lale Çılgınlığı Hikayesinin Aslı Astarı Nedir?
Bitcoin (BTC), bazı ekonomistler ve önemli finansal oyuncular tarafından sık sık “lale çılgınlığı” ile karşılaştırıldı. Peki Hollanda’da yaşanan bu lale çılgınlığının perde arkasında neler oldu? Bitcoin sahiden de 1630’lar Hollanda’dasındaki lale balonu ile karşılaştırılabilir mi?
Bitcoin ilk çıktığı günden, tırmanışa geçtiği dönemlere ve günümüze kadar pek çok eleştirinin hedefinde oldu. Birçok finansal analist, Bitcoin 20 bin dolarlık rekor fiyata tırmanırken, onu bir “balon” olarak nitelendirdiler. Bu balon tabiri, tıpkı çocukların üflediği uçuşan baloncuklar gibi kısa bir süre içi güzel gözüken sonra hızla patlayıp yok olan finansal varlıklar için sıklıkla kullanıldı.
Bitcoin aynı zamanda erken dönemlerinde ve özellikle de 2017 rallisi sırasında sık sık “balon” demenin daha sofistike versiyonu olan “lale çılgınlığı” ile karşılaştırıldı. Tarihin en büyük balonu olarak nitelendirilen; ekonomistlerin ve hikayecilerin sık sık anlatmaktan hoşlandığı 1600’ler Hollanda’sındaki bu “lale çılgınlığı” serbest piyasasının tehlikelerini anlatan; kıssadan hisse çıkarılması gereken bir öyküye dönüştü. Lale çılgınlığı benzetmesi ile Bitcoin’in yanı sıra başka birçok şeye de atıf yapıldı: 1700’lerde İngiltere’deki Güney Denizi meselesi, 19. yüzyılda demiryolları mevzuu, dot-com hadisesi…
Anlatılanlara göre, laleler Hollanda’ya geldiğinde tüm Avrupa’nın başı döndü; herkes lalelerin olağanüstü renkleriyle büyülendi, lale soğanını normal soğan zannederek yiyen adam hapse atıldı. Bir lale, Amsterdam’da lüks ve şık bir malikaneden bile daha pahalıya satıldı. Lale pazarı ve ticareti gittikçe büyüdü. Ve sonunda lale balonu patladı. Herkesin serbest piyasada yaşanabilecek durumlar hakkında bir ders çıkarılacağını düşündüğü bu hikaye ne kadar gerçekti?
Ne altın ne elmas; yalnızca lale
1600’lü yıllarda Hollanda’da Amsterdam, Haarlem ve Delft gibi liman şehirlerinde uluslararası ticaret yapan birçok tüccar toplandı. Deniz yolu ile uluslararası ticarette yaşanan patlama, Hollanda’ya muazzam bir servet getirdi. Hollandalılar, Avrupa’nın geri kalanı gibi toprak zengini ya da derebeyi kesimden farklı olarak, ticaret ile zenginleşmiş yeni bir sınıf ile karşılaştılar.
Bu zenginleşen sınıf, temel şartlarını iyileştirdikten sonra herkesin yaptığı gibi paralarını başka bir şeye harcamak istediler: Lükse ürünler. Hollandalı zenginlerin egzotik ve lüks olana merakı, tüccarların da bu yönde hareket etmesine yol açtı.
Tek bir lale soğanı tüm yıl boyunca sadece yaklaşık 1 hafta kadar canlı kalıyor. Tek bir lalenin tüm yıl 1 hafta canlı kalması için harcanan emeğin yanı sıra, giderek artan fahiş fiyatlar da lalenin “zor” bir zevk olmasına da yol açıyordu. Bu yüzden laleler o dönem için oldukça lüks bir zevk olarak görülüyordu.
Avrupa’da üst sınıf bir zevk olmadan önce laleler, Osmanlı İmparatorluğu’nun sembolüydü. Öyle ki, Fatih Sultan Mehmet 12 lale bahçesi için 920 kişilik bir bahçıvan kadrosu bile kurmuştu. Hollandalı denizciler ve tüccarlar Osmanlı’ya yolları düştüğünde bu harika çiçeklere hayran kaldılar ve lalelerin soğandan yeşeren tohumlar ile yetiştirilebileceğini öğrendiler ve bunu ülkelerine götürmeye karar verdiler.
Lale soğanları Hollanda’ya giriş yaptı ve çılgınlık başladı
Holllanda’da ve ardından tüm Avrupa’da harika renkleri ve narin görünümleri ile lalelerin etkisi inanılmaz oldu. Tohumdan büyüyen bir lale soğanın çiçek açması 7 ilâ 12 yıl arasında sürerken lale soğanının kendisi gelecek yıl çiçek verebiliyordu. Bu sebeple tüccarlar tohum yerine soğan satmaya karar verdiler. Lale tüccarları için lale soğanı satarken önemli noktalardan biri de düz renk yerine daha nadir olan birden fazla renge sahip olan lalelerdi. En çok talebi bu çizgili veya çift renkli yapraklara sahip olan lale soğanları almaya başladı.
Bir lale soğanının gelecek yıl çatlaması elbette ki kesin değildi. Kırılmanın zamanı net olarak öngörülemediğinden bu iş, tam bir kumar halini aldı. Bunun yanı sıra doğa bilimciler de işe dahil oldu ve daha farklı renklerde, belki de daha hızlı büyüyebilen laleler yetiştirmeye çalıştılar.
Giderek büyüyen lale ticaretine talep hızla arttı ve spot piyasalar yaratılmaya başlandı. Spot piyasalar insanların para birimlerini, menkul kıymetler veya emtiaları satın almaya gittikleri yer olarak bilinse de bir lale soğanı o dönemde tüm bu sayılanlar kadar, belki de daha fazla talep aldığı için bir finansal varlık muamelesi görmeye başladı.
Laleler için vadeli işlem sözleşmeleri kullanıldı
Lalelerin büyümesinde uyku safhasında olduğu haziran ayından eylül ayına kadar geçen sürede, insanlar onları doğrudan gidip satın alabiliyor ya da getirtebiliyorlardı. Fakat ekim ve mart ayları arasında lalelerin büyümesine zararlı olabileceğinden ötürü çiçekler hareket ettirilemiyordu. Bu sebeple alıcılar uygun olan bir tarihte belirli bir fiyata lale soğanı satın alma niyetlerini belirtmek için vadeli işlem sözleşmelerini kullanmaya başladılar.
Talep arttıkça lale fiyatları tırmandı; soğanlar ve sözleşmeler için fiyatlar rekor seviyelerdeyken bir işçinin maaşından ve hatta bir malikanenin fiyatından daha yüksekti. Bu artan talep ve artan fiyat nedeniyle yalnızca deneyimli tüccarlar değil işçisinden fırıncısına sıradan halk da kâr etme umudu ile piyasaya girmeye karar verdiler.
Birçok insan kendi lale çiftçiliği yapmaya başladı. Arz artınca talep azaldı; Avrupalı zenginler için lalenin lükslüğü ve şaşaası bozuluyordu. Sözleşme fiyatları giderek düştü ve artık kimse lale ticareti yapmak istemiyordu. Sonuçta ise insanların elinde o anki lale fiyatlarından 10 kat daha pahalı sözleşmeler kaldı.
“Herkes faydalanmak istedi fakat lale balonu patladı” ya da hepsi abartı mı?
Yıllardır dilden dile dolaşan popüler anlatıya göre lale çılgınlığı, Hollanda’da toplumun her düzeyini etkisi altına aldı. İskoç gazeteci Charles Mackay 1841’de yayınladığı eserinde “Hollandalılar arasında lale soğanlarına sahip olma hırsı o kadar büyüktü ki, ülkenin endüstrisi ihmal edildi; nüfusun en aşağıdaki kesimi dahi lale ticaretine başladı.” diyerek olayı anlattı.
En zengin tüccardan en fakir baca temizleyicisine kadar herkes 1630’lu yılların başında lale satma telaşına düştü; yüksek fiyatlardan soğan alıp daha da yükseğe sattılar. Fakat sektör 1637 yılına dahi kalamadan dibi gördü. Lale ticareti yapan neredeyse herkes borca bulandı ve battı. Fakat Amerikalı tarihçi, yazar ve akademisyen Anne Goldgar’a göre hikaye tam da anlatıldığı gibi değil.
“İflas eden bir kişi dahi bulamadım”
Eğitimini Princeton Üniversitesi ve Harvard Üniversitesi’nde alan, 17-18. yüzyıl Avrupa kültürel ve sosyal tarihi ve Avrupa’da Frankofon kültürü uzmanı Anne Goldgar, lale çılgınlığı ile ilgili “Tulipmania: : Money, Honor, and Knowledge in the Dutch Golden Age” kitabını kaleme almak için araştırmalara başladığında; anlatılanlar ile bulduklarının eşleşmediğini gördü ve çok şaşırdı.
Goldgar bu dönemde lale ticaretine katılan çok fazla insan olmadığına ve lale ticaretinin ekonomik yansımalarının çok küçük olduğuna dair birçok belge ile karşılaştı. İflas eden bir kişiyi dahi bulamadığını iddia eden Goldgar, öne sürülen gibi bir yıkım yaşansaydı buna ait kesin kanıtların bulunabileceğini savundu.
Anne Goldgar’a göre, anlatılan hikaye ile uyuşmayacak şekilde toplumun tüm düzeyleri etkilenmedi ve Amsterdam’da endüstrinin çökmesine neden olmadı. Golger, yaşanan soğan spekülasyonunun büyük çaplı bir “çılgınlık” olmadığını düşünüyor.
Öyle ise neden “çılgınlık” olarak anılıyor?
Bu hikayenin günümüzde neden bu şekilde anlatıldığına değinirsek, büyük ihtimalle spot piyasaların ve vadeli işlem sözleşmelerinin tehlikesini anlatması açısından oldukça zevkli, iştah kabartan ve bir şekilde ucu gerçeğe dayanan bir hikaye olması etkili oluyor olabilir.
Fakat geçmişe dönersek, lale ticaretinin o dönem kilise için kaçırılmaz bir “açgözlülük” hikayesi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Tarihçi Simon Schama’ya göre bir lale soğanı yediği için hapse atılan bir denizciden, zengin olma umudu ile ticarete atılan baca temizleyicisine bu olayla ilgili ekonomik yıkım ile sonuçlanan tüm hikayeler, Hollanda’daki kiliselerin yayınladığı propaganda broşürlerinden geliyor.
Hem Goldgar hem de Schama’ya göre bu hikayeler insanları sözümona dünyevi lükslere ulaşmanın bir ceza ile sonuçlanacağına inandırmak için abartılmış ve “çılgınlık” boyutuna getirilmiş olabilir.
Aynı tutucu güçler, şimdi de Bitcoin için devrede mi?
Anlatılan lale çılgınlığı hikayesinin bir abartı olduğunu kabul edersek, bunun arkasında o dönem için kilise olduğunu varsayılıyor. Peki günümüzde kimler, neden Bitcoin için lale çılgınlığına atıfta bulunuyorlar?
Bu atıfı yapanların başında büyük kurumların eski başkanları yer alıyor. Örneğin Hollanda Merkez Bankası eski başkanı Nout Wellink Bitcoin için “Er ya da geç perde düşecek” gibi yorumlarda bulundu. Wellnik ayrıca BTC için “yalnızca spekülasyon” ve “heves” gibi kelimeler de kullandı. JPMorgan CEO’su Jamie Dimon Bitcoin’in bir sahtekarlık olduğunu söyledi ve “lale soğanlarından bile kötü; sonu iyi bitmeyecek” gibi söylemlerde bulundu. Nobel ödüllü ekonomist Robert Shiller ise Bitcoin’in kendisine gerçekten de lale çılgınlığını hatırlattığı yorumunu yaptı. IMF danışmanı Nouriel Roubini Bitcoin’i “tüm balonların anası” ve “lale balonundan çok daha kötü” diye eleştirdi.
Fakat Bitcoin ve lale çılgınlığı benzetmesi yaparken, bu deneyimli ve büyük isimlerin görmezden geldikleri noktalar vardı. Laleler yalnızca zevk ve lüks için Hollandalı zenginlere ve ardından Avrupalı asillere satıldı. Bitcoin’in arkasında ise para kazanmanın dışında çok daha derin bir felsefe yer alıyor. Bu felsefenin içinde finansal özgürlük, şeffaflık, merkeziyetsizlik ve bankasızlaşma gibi kavramlar yer alıyor. Sizce, iddialara göre geçmişte lale çılgınlığını halkı açgözlülükten vazgeçirmek için kullanan kilise gibi, bugün kimler Bitcoin’i dolandırıcılık olarak adlandırmak istiyor olabilir?